Anayasa Mahkemesi’nin Bireysel Başvuru Kararları Işığında Mülkiyet Hakkının Korunmasına İlişkin Yeni Yaklaşımlar
- Batuhan Karatuluk
- 8 May 2024
- 19 dakikada okunur
Bu makale, Türkiye genelinde düzenlenen III. Prof. Dr. M. Kemal Oğuzman İstanbul Hukuk Makale Yarışmasında birincilik ödülü kazanmıştır.

Giriş
Normlar hiyerarşisi sisteminde, pozitif hukukun en üst düzeyinde anayasa yer almaktadır (1). Buna göre anayasal normların etkin biçimde yürütülmesi bir hukuk devletinin gerekliliğidir. Bu durum ise beraberinde bir denetim mekanizması ihtiyacını doğurmaktadır. İşte Avrupa modeli sistemini benimsemiş diğer hukuk sistemlerinde olduğu gibi; Türk hukuk sisteminde de bu ihtiyaç Anayasa Mahkemesi (AYM) adındaki özel bir mahkeme ile giderilmektedir. Aslî işlevi norm denetimi yapmak olan AYM’ye, 12 Eylül 2010 tarihinde halkoylamasına sunulan 5982 sayılı Anayasa Değişikliği Kanunu ile birlikte, “anayasa şikâyeti” olarak da bilinen “bireysel başvuruları” inceleyip karara bağlama yetkisi tanınmıştır (2). Buna göre herkes, 1982 Anayasasında (AY) güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye bireysel başvuruda bulunabilecektir.
Bireysel başvuruların fiilen incelenmeye başlandığı 23 Eylül 2012 tarihinden; 31 Aralık 2020 tarihine kadar verilen 14.273 ihlal kararının 2.764’ü mülkiyet hakkına ilişkindir (3). Bu kapsamda mülkiyet hakkı, en çok ihlal kararı verilen ikinci hak konumundadır. Bu hak üzerinde devletin takdir marjının yüksek olması ile hakkın konusunu malvarlığı değerlerinin oluşturması gibi sebepler, mülkiyet hakkının ihlal edilmesini daha muhtemel kılmaktadır. Bu sebeple mülkiyet hakkı, birçok ulusal ve uluslararası norm tarafından korunmaktadır. Bunun iç hukuktaki en önemli örneği, AY’nin mülkiyet hakkını düzenleyen 35’inci maddesidir:
Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
AY bu düzenlemesi ile herkesin mülkiyete sahip olma hakkının bulunduğunu belirtmiş; ardından mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve kullanılması hakkında negatif belirlemelerde bulunmuştur. Bu belirlemelerin oldukça iyi anlaşılabilmesi; hak kayıplarının önlenmesi ve mülkiyet hakkının etkin şekilde yürütülebilmesi bakımından elzem önem arz etmektedir. İşte oldukça geniş bir şekilde çizilen bu çerçevenin sınırlarının belirlenmesi şüphesiz ki AYM içtihatlarına kalmaktadır.
AİHS ise mülkiyet hakkının düzenlendiği en önemli uluslararası kaynak olarak gösterilebilir (4). AİHS’nin 1 numaralı Protokolünün 1’inci maddesi (P1-1), yapılış evresinde, devletlerin sınırlandırılması konusunda birçok tartışmaya sebebiyet vermiş ancak sonunda nitelikli bir mülkiyet hakkı ortaya koymuştur:
Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.
P1-1’in mülkiyet hakkı konusunda ayrıntılı sayılabilecek bir düzenlemeye sahip olduğu söylenebilir. Üstelik bu maddenin koruma kapsamına giren mülk kavramı da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından oldukça geniş yorumlanmaktadır. Buna göre; taşınır ve taşınmaz mallar, hisseler, patentler, tahkim kararları ve hatta bir mesleği icra etme hakkının dâhi mülkiyet hakkı korumasından yararlandığı söylenebilir (5).
Örnek verilen iki norm da göstermektedir ki, kişilerin mülkiyet hakkının korunması yolunda, bu konuda yetkili mahkemelerin yorumlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yorumlar ise dönemin ihtiyaçları ve hukukun gelişmesi ile birlikte değişip, gelişebilmektedir.
İşte bu çalışmada, mülkiyet hakkının korunması yolunda iç hukukta başvurulabilecek en üst makam olan AYM’nin, bireysel başvuru kararları ışığında yeni yaklaşımları incelenmiştir. Bu konuda ilk olarak, mülkiyet hakkı ve mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına ilişkin temel açıklamalar yapılmıştır. Ardından, çalışmanın temelini oluşturan pozitif yükümlülük bahsi incelenmiştir. Bu bağlamda, her tür müdahaleye ilişkin bireysel başvuru örnekleri verilerek konu pekiştirilmiştir. Sonrasında ise bireysel başvuru sistemi mülkiyet hakkının korunması yolunda bir sınava tabi tutularak, alınan üç farklı sonuç incelenmiştir. Son olarak, başvuru yollarının tüketilmesi kapsamındaki değişiklikler de incelenerek sonuç açıklanmıştır. Çalışmanın hazırlanması sırasında, konu özelinde yaklaşık 800 bireysel başvuru kararı incelenmiş; bunların 58 tanesine makalede yer verilmiştir.
Anayasal Mülkiyet Hakkı
1. Kapsamı
Anayasal mülkiyet hakkı, niteliği gereği özerk karakterli bir haktır (6). Bu yönüyle özel hukukta ve idari yargıda kabul gören mülkiyet hakkından bağımsız olarak ele alınmaktadır. AYM’ye göre mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü malvarlığı hakkını kapsamaktadır (7). Buna göre, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda (TMK) yer alan taşınır ve taşınmaz mülkiyeti ile birlikte; alacak hakları (8), fikri haklar (9), adli veya idari para cezaları (10), sosyal güvenlik statülerinden kaynaklanan parasal talepler (11), işletme ruhsatları (12) ve hatta müşteri çevreleri (13) gibi maddi olmayan malvarlığı değerleri ile hakların da, mülkiyet hakkı kapsamında bireysel başvuruya konu olabilmesi pekâlâ mümkündür.
2. Hakkın Öznesi ve Varlığı
AY’nin 35’inci maddesi herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğunu düzenlemektedir. Gerçekten de, kamu tüzel kişileri hariç olmak üzere (14), her gerçek ve tüzel kişinin mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye bireysel başvuru yapabilmesi mümkündür.
Bununla birlikte, mülkiyet hakkı diğer insan haklarından farklı olarak kişinin şahsında mündemiç olmadığı; sonradan kazanıldığı için mülkiyet hakkından yararlanacak kişinin öncelikle bu hakka sahip olması ya da bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklentisi olması gerekir (15). AYM tarafından öncelikle bu husus tespit edilmekte; mülkiyet hakkı kapsamına giren bir ekonomik değerin ya da en azından böyle bir değeri elde etme yönünde meşru bir beklentinin bulunmadığı anlaşılan başvurularda, diğer kabul edilebilirlik şartları incelenmeden konu bakımından yetkisizlik nedeni ile kabul edilemezlik kararı verilmektedir.
3. Müdahale Türleri ve Hakkın Sınırlandırılması
AYM, bireysel başvuru yolu ile önüne gelen bir mülkiyet hakkı ihlali iddiasında, mülkün varlığını kabul ettikten sonra müdahalenin türünü ve bu müdahalenin öngörülen sınırlama rejimine uygun olup olmadığını incelemektedir. Bu anlamda müdahale türleri; mülkiyete saygı gösterilmesini isteme (birinci kural, AY m. 35/I), mülkiyetten yoksun bırakma (ikinci kural, AY m. 35/II) ve mülkiyet kullanımının kontrolü (üçüncü kural, AY m. 35/III) olmak üzere üç kural tipolojisine göre değerlendirilmektedir (16). Örneğin, kamulaştırma müdahalesi içeren bir başvuruya ikinci kuralın; müsadere müdahalesi içeren bir başvuruya üçüncü kuralın uygulanacağı söylenebilir. Çünkü kamulaştırma ile mülkiyetin devri sonucu doğmakta, ölçülülük denetimi yapılacak olmakla birlikte, malik mülkiyetten yoksun bırakılmaktadır (17). Müsaderede ise amaca indirgenmiş yaklaşım neticesinde bir yoksun bırakmanın değil; mülkiyetin kamu yararına kullanılması amacıyla kontrolü söz konusudur (18). Birinci kural ise diğerlerinin aksine bir genel kural niteliğindedir. Diğer iki kurala dâhil olmayan müdahaleler birinci kural kapsamında değerlendirilmektedir. Bu şekilde, “mülkten yoksun bırakma” ya da “mülkün kullanımının kontrolü” içermeyen ancak yine de hakkın özüne dokunulduğu müdahaleler birinci kural sayesinde analiz edilmektedir. Yine, ileride açıklanacağı üzere, birinci kural ile birlikte devletin pozitif yükümlülüğüne gidilebilmektedir.
AYM tarafından müdahalenin türü saptandıktan sonra, yapılan bu müdahalenin sınırlama rejimine uygun olup olmadığı incelenir. AY m. 35/II’de ifade edildiği gibi; “kanuni dayanağı” olmayan ya da “meşru bir amaç” içermeyen müdahaleler mülkiyet hakkı ihlali niteliğindedir. Buna karşılık, bir müdahalenin tek başına bu iki koşulu içermesi, onu sınırlama rejimine uygun bir müdahale hâline getirmez. Müdahalenin aynı zamanda “ölçülü” olması; AYM’nin tabiriyle “mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasındaki adil dengenin” kurulmuş olması gerekir. AYM koruma sistemine göre bu zorunluluk AY m. 13’ten kaynaklanmaktadır (19). Buna göre, mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken AY’nin temel hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasına ilişkin genel esasları düzenleyen 13’üncü maddesinin göz önünde tutulması ve buna dayanarak ölçülülük ilkesinin gözetilmesi gerekir (20).
Devletin Pozitif Yükümlülükleri
1. Genel Olarak
Mülkiyet hakkının korunması kapsamında yakın tarihteki gelişmelere bakıldığında, devletin yükümlülükleri alanında yeni yaklaşımların benimsenmeye başlandığı görülmektedir. Alman hukukçu Jellinek tarafından ortaya atılan, neredeyse geleneksel hâle gelen ve Jellinek üçlüsü (negatif, pozitif ve aktif statü hakları) olarak bilinen temel hak ve hürriyetleri tasnif etme yöntemi, günümüzde batılı hukuk çevrelerinde neredeyse terk edilmiştir (21). Bu görüşe göre, mülkiyet hakkı gibi genelde negatif yükümlülükler içeren haklarda kamu makamlarının edilgen tutumu, çoğu zaman devletin yükümlülükleri bakımından yeterli olmaktadır.
Buna karşılık, AYM’nin de ilk defa 2014 yılındaki bir bireysel başvuru kararında kabul ettiği gibi; anayasal mülkiyet hakkı, negatif yükümlülüklerin yanı sıra pozitif yükümlülükler de içermektedir (22). AYM’nin 2018 yılındaki bir başka kararında kabul ettiği görüşe göre ise bazı durumlarda pozitif ve negatif yükümlülüklerin birbirinden ayrılması mümkün olmamakla birlikte, hangi yükümlülük söz konusu olursa olsun uygulanacak ilkeler önemli ölçüde benzerlik göstermektedir (23). İşte bu anlayışa paralel olarak; insan haklarının bütünlüğü ilkesine uygun, bir hakkı negatif ya da pozitif olmak üzere tek bir yükümlülük ile ilişkilendirmeyi reddeden ve bu sayede her temel hakkın, kendisine karşılık gelen çoklu yükümlülük grubunun karşılanması ile tam olarak gerçekleşebileceğini ileri süren görüşler ortaya atılmıştır (24).
AYM de bu tasniflere ne yakın ne uzak olacak şekilde, devletin; koruyucu önlemler ve düzeltici önlemler olmak üzere iki tür pozitif yükümlülüğü bulunduğunu kabul etmiştir (25). Buna göre koruyucu önlemler, mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, başka bir anlatımla telafi edici yasal, idari ve fiili tedbirleri kapsamaktadır.
2. AYM Bireysel Başvuru Kararları Yönünden
Her ne kadar AY’nin mülkiyet hakkını düzenleyen 35’inci maddesi, pozitif yükümlülük anlamında açık bir ifade barındırmasa da; modern hukuk sistemine bağlı kalan ve AİHM içtihadını takip eden AYM, pozitif yükümlülüklerin varlığını benimseyerek mülkiyet hakkının korunması kapsamını genişletmiştir. AYM’nin bu yükümlülüğü ilk kez açıkça anması 2008 yılındaki bir norm denetimi kararı ile olmuştur (26). Zamanla bu konudaki içtihadını geliştiren AYM, kayda değer pozitif yükümlülük incelemelerini ise henüz beş yıla yakın bir süredir yapmaktadır. AYM’ye göre pozitif yükümlülüklerin ortaya çıkmasının nedeni, mülkiyet hakkının korunması hususunda devlet tarafından “gerçek bir koruma” sağlanmasıdır (27). Kararlarında bu yükümlülüğün anayasal kaynağını ise AY’nin 5’inci maddesine dayandırmaktadır (28). Söz konusu maddeye göre; devletin temel amaç ve görevlerinden bir tanesi, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaktır. Yine AİHS’nin 1’inci maddesi ile getirilen insan haklarına saygı yükümlülüğü ile 13’üncü maddesi ile getirilen etkili başvuru hakkı da taraf devletlere pozitif yükümlülük anlamında çeşitli sorumluluklar yüklemektedir. Buna göre, mülkiyet hakkı da dâhil olmak üzere, hak ve yükümlülüklerin gerçekleştirilmesinde devletin aktif bir tutum izlemesi gerekmektedir.
Örneğin AYM, taşınmazın sınırında inşa edilen viyadükten dolayı zarara uğranıldığından yakınılan Yaşar Çetinbaş başvurusunda, derece mahkemelerinin keşif ve bilirkişi incelemesi yapmamış olmalarından dolayı, başvurucunun zararın varlığını mahkemeler önünde ortaya koyma imkânı bulamadığını ve bu sebeple de mülkiyet hakkının sağladığı usule ilişkin güvencelerden yoksun bırakıldığı sonucuna varmıştır (29). AYM bir başka bireysel başvuru kararında da buna paralel olarak, mülkiyet hakkının usule ilişkin güvencelerinin yerine getirilmesinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmasının ve esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilmesinin gerekli olduğunu belirtmiştir (30).
Emsal karar niteliğine sahip Fatma Yıldırım başvurusunda ise alacağın tahsili amacıyla borçlu aleyhine başlatılan icra takibi sırasında borçluya ait taşınmazların satışından elde edilen bedelin, dokuz yıl süren sıra cetvelinin kesinleşmesi sürecinde nemalandırılmamış olmasından yakınılmaktadır. AYM, tahsil edilen bedelin bu süreçte icra müdürlüğünün yedi ve kontrolü altında olduğunu ifade etmiş; bu bedelin alım gücünü kaybetmemesi adına nemalandırılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak AYM bunu bir külfet olarak görmemiş, yapılacak tek şeyin, ihale bedelinin vadesiz mevduat hesabında bekletilmesi yerine vadeli bir hesapta tutulması gerektiğini söyleyerek, bunun mülkiyet hakkının korunması ödevinin içerdiği bir pozitif yükümlülük gerekliliği olduğunu ifade etmiştir (31). Bu sayede icra sürecinin hızlı işlememiş olmasının başvurucu üzerinde yarattığı olumsuz etki asgari seviyeye indirilerek koruma yükümlülüğü de gerçekleşmiş olacaktır (32).
AYM, pozitif yükümlülüğün nedenini “gerçek bir koruma” olarak nitelendirmiş ise de, bunun “tam ve kesin bir koruma” sağladığını söylemek mümkün değildir. Bu durum, pozitif yükümlülüklerin mutlak olmamasından ve her somut olayın kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Malvarlığına ilişkin olarak işlenen bir suçun etkili bir şekilde soruşturulmamış olması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınılan Abdulvahap Taşkın başvurusu bu duruma örnek teşkil etmektedir. AYM, kararında, müdahalenin suç oluşturduğu durumlarda devletin pozitif yükümlülüğünü usul ile sınırlamış; ceza soruşturmasında bazı eksikliklerin bulunduğunu kabul etmiş olmakla birlikte, ciddi açıkların ve bariz eksikliklerin bulunmadığını belirterek pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmiş olduğu sonucuna ulaşmıştır (33).
AYM, bazı kararlarında ise bu yükümlülüğün kaynağını kanun hükümlerine dayandırabilmektedir. Örneğin, satın alınan taşınmazın kadastrodan kaynaklanan maddi bir hatanın düzeltilmesi neticesinde yüz ölçümünün azaltılmasından yakınılan Sefa Koşar başvurusunda, pozitif yükümlülüğün kaynağı TMK m. 1007 hükmüne dayandırılmıştır. Buna göre başvurucu, tapu sicilinde yer alan yüz ölçümü bilgisine güvenerek taşınmazı satın almıştır. AYM’ye göre, tapu siciline güven ilkesi gereği taşınmazı satan alan kişiden tapu sicilinde bulunan tüm belgelerin incelenmesi beklenemeyeceği gibi; TMK m. 1007 hükmü uyarınca tapu sicilinin tutulmasında devletin sorumluluğu bulunmaktadır. Bu sebeple kararın devamında, idareden kaynaklanan hatanın bütün sonuçlarına başvurucunun katlanması aşırı bir külfet olarak değerlendirilerek, mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğün yerine getirilmemesi sebebiyle ihlal kararı verilmiştir (34).
Tüm bunlara karşılık, pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesinde devletin belirli bir seviyede takdir marjı bulunmaktadır. Örneğin AYM bir kararında, bir mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının giderilmesi için ne tür hukuki mekanizmaların öngörüleceği hususunu devletin takdirine bırakmış olmakla birlikte; tercih edilen bu mekanizmaların yeterli ve elverişli olup olmadığı hususundaki denetim yetkisini saklı tutmuştur (35). Buna paralel olarak başka bir kararında ise özel kişilerin mülkiyet hakkının çatıştığı durumlarda, kişilerin hangisine üstünlük tanınacağının takdirini derece mahkemelerine bırakmış olmakla birlikte; taraflar arasındaki menfaatler dengesinin adil bir şekilde kurulup kurulmadığının AYM tarafından değerlendirileceğini ifade etmiştir (36).
3. Yatay Etki
Mülkiyet hakkına yönelik bir ihlalin yalnızca devlet tarafından gerçekleşeceğini kabul etmek, şüphesiz ki bu hakkın korunması kapsamını sınırlandıracaktır. Buna karşılık pozitif yükümlülükler doktrini, devlete, insan hakları kurallarını özel hukuk kişileri arasındaki ilişkilere de uygulayarak mülkiyet hakkının üçüncü kişiler tarafından ihlal edilmesini önleme ödevi de yüklemektedir (37). Bu kapsamda, insan hakları kurallarının özel hukuk kişileri arasındaki hukuki ilişkilere de uygulanmasına insan haklarının yatay etkisi denilmektedir (38). Yatay etki kuramına, Almanya Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatlarında, 20’nci yüzyılın ortalarından bu yana yer veriliyor olmasına karşılık; AYM, bu kuramı içtihatlarında 2017 yılından itibaren etkin bir şekilde uygulamaktadır (39). Bu sebeple, yatay etki meselesinin Türk hukuk sisteminde oldukça yeni bir koruma sistemi olduğu söylenebilir.
AYM’ye göre yatay etki; kişinin temel hak ve hürriyetlerinin, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlanmasını engelleme ödevinin, devletin temel amaç ve görevleri arasında sayan AY m. 5 hükmünce ortaya çıkan bir zorunluluktur (40). Ayrıca demokratik toplumlarda zor kullanmak devletin tekelindedir; kişiler zor kullanarak hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesini engelleyemeyeceği için bu yetki onlar adına devlet tarafından kullanılır. Bu durum ise kişilerin, üçüncü kişilerce mülklerine yapılan müdahalelere karşı devletten koruma talep etmesi ihtiyacını doğurmaktadır.
Bunlara karşılık, özel hukuk kişileri arasındaki her ihlal iddiasında devletin pozitif yükümlülüğüne gitmek mümkün değildir. Nitekim AYM, bu yöndeki iddiaları iki aşamalı bir değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Bu bağlamda ilk olarak belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığı; ardından başvurucunun, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye karşı etkin bir şekilde itiraz edebilme, savunma ve iddialarını yetkili makamlar önünde ortaya koyabilme olanağının tanınıp tanınmadığı incelenerek devletin pozitif yükümlülük bahsi kapatılmaktadır (41). Bu anlamda, özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar hakkında başvurulabilecek mekanizmaları kurmak (yargısal veya idari) ve kurulan bu mekanizmaların etkili ve adil kararlar vermesini temin etmek devletin yükümlülüğü altındadır (42). Ancak bu teminat; bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren yorum, uygulama ve sonuçlarla sınırlıdır. AYM, bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerin ihlali anlamına gelmeyen diğer hususları denetim yetkisi kapsamı dışında görerek, kanun yolundaki makamların takdirine bırakmaktadır (43). Buna göre, devletin bu alandaki yükümlülüklerinin genellikle usule ilişkin güvencelerden ibaret olduğu söylenebilir.
Örneğin, üzerinde aile konutu şerhi bulunan taşınmazla ilgili olarak ortaklığın satış yoluyla giderilmesi talebinin reddedilmesi ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınılan Feridun Çalışkan başvurusu yatay etki meselesine güncel bir örnek teşkil etmektedir. AYM somut olayda, açılan ortaklığın giderilmesi davasının, paydaşlardan birinin eşinin aile konutu itirazında bulunması nedeniyle derece mahkemesi tarafından reddedilmesinin diğer tarafa orantısız bir külfet yüklediğini belirtmiştir. Kararın devamında, kamu makamlarının her iki tarafın menfaatleri arasında adil bir denge kuramadıkları gözetilerek ihlal kararı verilmiştir (44).
4. İyi Yönetişim İlkesi
Son dönem pozitif yükümlülük kapsamındaki bireysel başvuru kararlarında karşılaşılan bir diğer kavram ise iyi yönetişim ilkesidir. AYM’ye göre söz konusu ilke, ölçülülük ilkesi gereğince ortaya çıkan; kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (45). Bunun sonucu olarak, idareler, kendi hatalarının sonuçlarını bireylere yükletemeyecektir. Üstelik bu hatanın bir eylem sonucu gerçekleşmiş olmasına da gerek yoktur; pekâlâ idarenin edilgen tutumu da bir hatanın kaynağı olabilir.
Örneğin, idarenin kusurlu eylemi sonucunda süs bitkilerinin zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınılan Nedim Gökçe başvurusunda, derece mahkemesi, süs bitkilerinin mevzuata aykırı şekilde yetiştirildiği gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Ancak AYM, somut olayda idarenin, mevzuata aykırı şekilde gerçekleştirilen eyleme yönelik olarak herhangi bir idari işlem tesis etmemiş olmasını vurgulayarak; iyi yönetişim ilkesine uygun olarak zamanında ve tutarlı şekilde hareket edilmiş olduğu takdirde başvurucunun gerekli kanuni yollara başvurabileceğini belirterek ihlal kararı vermiştir (46).
Türk iç hukukunda mülkiyet hakkına yönelik olarak, iyi yönetişim ilkesi ile en çok karşılaşılan alanın sosyal güvenlik ödemeleri olduğu söylenebilir. Bu konuda ayrıca değinmek gerekir ki; AYM, 2016 yılında verdiği bir norm denetimi kararında Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından kişilere yapılan hatalı ödemeleri mülkiyet hakkı dâhilinde görmemiştir (47). Ancak söz konusu karardan 5 ay önce verdiği bir bireysel başvuru kararında ise bu türden hatalı ödemeleri mülkiyet hakkı kapsamında kabul etmiştir (48). Bu durum, AYM özelinde nelerin mülk teşkil edeceği hususunda soru işaretleri oluşturan bir uyumlaşma sorunudur (49).
Emeklilikten sonra bir işte çalışmaya başladığının tespit edilmesi ile ödenmiş yaşlılık aylıklarının faizi ile birlikte iadesinin istenmesi sonucunda mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınılan Uğur Ziyaretli başvurusu, sosyal güvenlik ödemeleri hususuna genel bir örnek teşkil etmektedir. AYM somut olayda, başvurucunun hiçbir uyarıda bulunmaksızın yaşlılık ödemelerini kabul etmeye devam etmesinin iyi niyetli bir bireyden beklenebilecek bir davranış olmadığını kabul etmiştir. Bununla birlikte, başka bir kurum aracılığıyla başvurucunun tekrar çalışmaya başladığından haberdar olan SGK’nin de iyi yönetişim ilkesi uyarınca bu hususu araştırma yükümlülüğü bulunmaktadır. AYM, tüm bu hususları gözeterek, başvurucu ve idarenin birlikte kusurundan kaynaklanan bir hatanın, yasal faizlerin de istenmiş olması sebebiyle, bütün sonuçlarına başvurucunun katlanmasını aşırı bir külfet olarak değerlendirmiş ve ihlal kararı vermiştir (50).
Bireysel Başvuru Sınavı: "Etkisizlik", "Uyumlaşma" ve "Gelişim" Örnekleri
Bireysel başvuru sistemi ile birlikte kişilerin mülkiyet hakkının daha etkili şekilde korunabildiği sugötürmez bir gerçektir. Sonuçta her başvuru ile mülkiyet hakkı müdahalesinin özüne inilmekte; her somut olay kendi şartları kapsamında ayrıca incelenmektedir. AYM, Türk hukuk sistemi için yeni sayılabilecek bu sistemde genel olarak başarılı izlenimler oluştursa da; bu başarının mülkiyet hakkı kapsamındaki her konuda var olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Bu durum, kimi durumlarda yapısal bir sorundan kaynaklanırken; kimi durumlarda ise yalnızca AYM’nin yaklaşımları neticesinde ortaya çıkmaktadır.
Çalışmanın bu kısmında, mülkiyet hakkının korunması kapsamında bireysel başvuru sisteminin etkisiz kaldığı “kamulaştırmasız el atma”, AYM’nin uyumlaşma sorunu yaşadığı “olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı” ve bireysel başvuru ile birlikte kişilerin mülkiyet hakkının daha etkin şekilde korunduğu “vergi müdahaleleri” konuları incelenecektir.
1. Kamulaştırmasız El Atma
a) Tanım
Kamulaştırmasız el atma; kamulaştırma yetkisine sahip olan idarenin, özel mülkiyette bulunan taşınmazlara, yasal dayanaktan yoksun şekilde sürekli olarak el atması olarak açıklanabilir (51). Buna göre, bedel tespiti yapılmadan bir taşınmaza el atılması veya usule uygun olarak yapılan kamulaştırma kararı icra edilirken sınırların aşılması gibi durumlar da pekâlâ kamulaştırmasız el atma kapsamında değerlendirilebilir.
b) Genel olarak
Mülkiyet hakkına yapılan en ağır müdahalelerden bir tanesi kamulaştırma müdahalesidir. Kamulaştırma; özel mülkiyette bulunan bir taşınmazın tamamının veya bir kısmının, kamu yararının gerektirdiği hâllerde, bedeli peşin ödenmek ve kanunla gösterilen usul ve esaslara uyulmak şartıyla, devlet veya bir kamu tüzel kişisi tarafından zorla devralınmasıdır (52). Kamulaştırmaya ilişkin genel esaslar ise 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu (KK) ile düzenlenmektedir.
AY’nin mülkiyet hakkını düzenleyen 35’inci maddesinde, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğine; temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını düzenleyen 13’üncü maddesinde, mülkiyet hakkı da dâhil olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlandırılabileceğine hükmedilmektedir. Bununla birlikte, AY’nin kamulaştırmayı düzenleyen 46’ncı maddesinde bu şartlar tekrar edilerek, hukuka aykırı şekilde yapılacak kamulaştırmalar üçüncü bir uyarı ile engellenmek istenmiştir. Öyle ki AYM, yakın tarihli bir norm denetimi kararında; temel unsuru “kamu yararı” olan kamulaştırmanın, el koymanın zorunlu olduğu hâllerde kamu yararının özel mülkiyet hakkından üstün tutulduğu durumlarla sınırlı olarak uygulanması gerektiğini belirtmiştir (53).
Anayasa koyucu ve AYM tarafından atfedilen bu önemler yeterli olmayacak ki; kamulaştırma müdahalesinin kanuna uygun şekilde gerçekleştirilmemesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin olarak AYM’ye birçok bireysel başvuruda bulunulmaktadır. Bu başvurular, esasında bir kamulaştırma olmayan ve sağladığı kolaylıklar açısından devlet veya kamu tüzel kişileri tarafından son dönemlerde sık sık başvurulan kamulaştırmasız el atma meselesine ilişkindir. Öyle ki AYM de, kamulaştırmasız el atmayı, kamulaştırma müdahalesinden ayrı bir başlıkta değerlendirmektedir. Bu bağlamda, mülkten yoksun bırakma sonucu doğuran söz konusu uygulamada hak sahiplerinin menfaatlerinin korunması AYM içtihatlarına kalmaktadır.
c) Taşınmaz maliklerinin korunması yönündeki genel yaklaşım
AİHM ve AYM, kamulaştırmasız el atma yoluyla yapılan müdahalelerin hukuki dayanağı olmaması sebebiyle mülkiyet hakkı ihlaline sebebiyet verdiğini kabul etmektedir (54). Buna karşılık söz konusu müdahale sonucunda, kamulaştırmasız el atılan taşınmazın malikinin, mahkeme aracılığıyla tazminat istemek dışında etkili bir güvencesi bulunmamaktadır. Bu durum hukuk güvenliği ilkesine zarar verdiği gibi ulusal ve uluslararası normlarla korunan mülkiyet hakkının idare tarafından sürekli olarak ihlal edilmesine sebebiyet vermektedir.
Bununla birlikte, taşınmaza fiili olarak müdahale edilmemiş olsa da, imar planının kamu kullanımına ayrılması sonucunda malikin mülkiyet hakkından belirsiz bir süre boyunca mahrum kalmasına sebebiyet veren hukuki el atma meselesi, Yargıtay tarafından 2010 yılına kadar kamulaştırmasız el atma kapsamında değerlendirilmemiştir (55). Buna karşılık, 1982 yılından bu yana AİHM; 1999 yılından bu yana ise AYM, hukuki el atmayı kamulaştırmasız el atma kapsamında değerlendirerek mülkiyet hakkı ihlali olarak kabul etmektedir (56).
Buna göre, kamulaştırmasız el atma sonucunda haksız bir eyleme maruz kalan taşınmaz maliklerinin menfaatlerinin korunması bakımından AYM içtihatlarının incelenmesi gerekir. Öyle ki, AYM’nin bu konuda birçok norm denetimi ve bireysel başvuru kararı bulunmaktadır. Örneğin, kamulaştırmasız olarak el atılan taşınmazlarla ilgili olarak maliklerin dava açma hakkını yirmi yıllık hak düşürücü süreye bağlayan KK m. 38 hükmü ile kamulaştırmasız el atmaların yasal dayanağının kapsadığı süreyi uzatan 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un geçici 2’nci maddesi AYM tarafından iptal edilmiştir (57).
d) AYM bireysel başvuru kararları yönünden
Kamulaştırmasız el atma meselesi ilk defa Celalettin Aşçıoğlu başvurusu ile incelenmiştir. AYM bu kararında, kamulaştırmasız el atmanın yasalara uygun şekilde gerçekleşen bir kamulaştırma ile aynı hukuki çerçevede değerlendirilemeyeceğini belirterek; söz konusu uygulamanın hak sahipleri açısından öngörülemeyen ve hukuki olmayan müdahale riski taşıdığı ifade etmiş ve bu konudaki keskin ayrımları en başından belirtmiştir (58).
Bu konudaki görüşünü sürekli olarak devam ettiren AYM, özellikle son zamanlarda kamulaştırmasız el atma neticesinde verdiği ihlal kararlarında, bu ihlallerin önlenebilmesi adına bazı hususları ısrarla tekrar etmektedir. Bunlardan ilki, kamulaştırmasız el atma davalarında derece mahkemelerinin yalnızca kamulaştırma bedelinden ibaret olan maddi tazminata hükmetmesinin; buna ek olarak manevi tazminat gibi başka yaptırımlara başvurmamasının, idarelerin olağan kamulaştırma yerine kamulaştırmasız el atma uygulamasını tercih etmesine sebebiyet verdiğini belirtmektir (59). İkincisi, idarenin geçmişten bu yana kamulaştırmasız el atma uygulamasından vazgeçmemesinin yapısal bir sorundan kaynaklandığına dikkat çekmektir (60). AYM, bu ifadesiyle aynı zamanda kanun koyucuya sürekli bir çağrıda bulunmaktadır. Üçüncüsü ise idari anlamda gerekli tedbirlerin alınması adına, somut olayda kamulaştırmasız el atmadan sorumlu bulunan idarenin bağlı olduğu bakanlığa ihlal kararının bir örneğinin gönderileceğini ifade etmektir (61).
Bunlarla birlikte AYM gerçekten de, kamulaştırmasız el atma nedeniyle verdiği ihlal kararlarında manevi tazminat yoluna sık sık başvurmaktadır. Bu yolu tercih ederken, ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kaldığını söyleyerek manevi zararların da bulunduğu ifade etmektedir (62).
Bu konuda ayrıca, güncel bir gelişmeye denk gelen Hüseyin Ünal başvurusuna da değinmek gerekir. KK’nin 1’inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve önceden tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazların kamulaştırılması bakımından idareye beş yıllık süre tanıyan aynı kanunun geçici 11’inci maddesi AYM tarafından iptal edilmiştir (63). AYM, söz konusu bireysel başvuru kararında yaptığı ölçülülük değerlendirmesinde, imar planının uygulanmasından itibaren on dört yıl geçtiğini ve yeni süreye imkân tanıyan hükmün de iptal edildiğini belirterek başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklendiğine hükmetmiştir (64).
AYM, sonraki bireysel başvuru kararlarında da aynı tutumu izlemiş; imar planı onaylandıktan sonra 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu m. 10/I hükmüne göre beş yıl olan sürenin geçtiği ancak taşınmazın hâlen kamulaştırılmadığı ve başvurucuya herhangi bir tazminatın da ödenmediği başvurularda ihlal kararı verilmiştir (65).
2. Olağanüstü Kazandırıcı Zamanaşımı Meselesi
TMK m. 713 hükmü, tapu kütüğünde kayıtlı olmayan ya da maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişinin tescil talebinde bulunabileceğini düzenlemektedir.
Olağanüstü zamanaşımı yoluyla gerçekleşen bu kazanma bir aslen kazanmadır ve mahkeme kararı açıklayıcı tescil hükmündedir (66). Bununla birlikte, mahkeme tarafından tescil talepleri reddedilen kişilerin AYM’ye yaptıkları birçok bireysel başvuru bulunmaktadır. Bu başvurularda önemli olan, mülkiyet hakkı ihlali iddiasında bulunan başvurucuların korunacak bir mülke sahip olup olmadıkları meselesidir.
AİHM, Bozcaada Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı kararında, tescil talebi reddedilen vakfın; taşınmaz mülkiyetinin tescili için gerekli bütün koşulları karşıladığı yönünde meşru bir beklentisi olduğunu kabul etmiştir (67). Bu durumda ortaya AY m. 35 ve P1-1 kapsamında korunmaya değer bir malvarlığı değeri çıkmaktadır.
Bununla birlikte AYM de eski tarihli bir norm denetimi kararında, TMK m. 713’e karşılık gelen eTMK m. 639 hükmündeki şartları karşılayan bir kişinin tescil talebinde bulunabilme hakkını, kazanılmış bir hak olarak kabul etmiştir (68). O hâlde, kazanılmış hak niteliğinde olan bu talebin reddedilmesi durumunda, tescil talebi reddedilen kişinin AY m. 35 kapsamında mülkiyet hakkının korunmasından faydalanabilmesi gerekmektedir (69). Ne var ki AYM, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımına dayalı olarak yapılan tescil taleplerinin reddedildiği gerekçesiyle önüne gelen bireysel başvurularda, AY m. 35 hükmü ile güvence altına alınan mülkiyet hakkı kapsamında bir mülk veya mülkiyeti elde etmeye yönelik meşru bir beklenti görmeyerek ret kararı vermektedir (70). AYM bu kararları ile eski içtihadını ve AİHM kararını unutmuş görünmektedir.
3. Vergide "İleri Düzey Kanunilik" Dönemi
Vergilendirme süreci boyunca vergi yükümlülerinin mülkiyet hakkına sürekli bir müdahale söz konusudur (71). Bu alanda devletin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte, bu yetki; AY m. 73 hükmünde yer alan verginin kanuniliği, mali güce göre ödenmesi, genelliği, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı ilkeleri ile birlikte AY’nin diğer genel ilkeleri ile sınırlandırılmıştır (72). Esasında oldukça hassas bir değerlendirme gerektiren bu alan, bireysel başvuru sistemi ile birlikte detaylı denetimlere tabi olmaya başlamıştır.
Arif Sarıgül başvurusu ile birlikte ilk defa, vergi ve benzeri yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya yönelik düzenlemelerin, mülkiyetin kullanımının kontrolü (üçüncü kural) kapsamında olduğu kabul edilmiştir (73). Bu durum, amaç ölçütünü işlevsel hâle getirerek kanunilik ilkesinin önemini artırmaktadır.
Bu konuda emsal karar niteliği taşıyan Türkiye İş Bankası A.Ş. başvurusunda, vakfa 2007 yılında ödenen katkı paylarının ücret sayılarak vergilendirilmesinin ancak 2013 tarihli bir Danıştay Daire kararı ile söz konusu olduğunu ve buna bağlı olarak söz konusu ödemelerin öngörülebilir kanuni dayanağının bulunmadığı belirtilerek ihlal kararı verilmiştir (74). Buna paralel olarak AYM, yakın tarihli M.R.T.A.Ş başvurusunda, kanunilik incelemesini ileri boyuta taşıyarak ayrı alt başlıklar hâlinde; ulaşılabilirlik, belirlilik ve öngörülebilirlik incelemesi yapmıştır (75). Buna göre ulaşılabilirlik, ilgili hukuk düzenlemesinin aleni olmasını; öngörülebilirlik, hukuk kuralının uygulanması hâlinde doğabilecek sonuçların önceden tahmin edilebilmesini; belirlilik ise yasal düzenlemelerin açık, net, anlaşılabilir ve uygulanabilir olmasını ifade etmektedir. Somut olay kapsamında bu özellikleri karşılamayan bir vergi düzenlemesi, pekâlâ mülkiyet hakkını ihlal edebilecektir.
Satışı gerçekleştirilen hurda ve atıkların katma değer vergisinden (KDV) istisna olduğu yönünde idare tarafından görüş verildiği hâlde daha sonra yapılan tarh işlemleri sonucunda vergi ödenmesi sonucunda mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden yakınılan Narsan Plastik San. Tic. Ltd. Şti. başvurusu ise bu duruma verilebilecek başka bir emsal karar örneğidir. AYM, Resmî Gazete’de yayımlanmış tebliğ dışında başvurucunun satışlarının vergi istisnası dışında olduğunu gösteren bir düzenleme bulunmadığını belirterek; başvurucunun idareden istediği görüşe göre hareket ettiğini ifade etmiştir. Kararın devamında ise söz konusu vergilendirmelerin öngörülebilir ve anlaşılabilir kanuni dayanağının bulunmadığı belirtilerek ihlal kararı verilmiştir (76). Ayrıca, AYM her ne kadar değinmemiş olsa da, somut olayda idarenin tutarsız davranışları sonucunda iyi yönetişim ilkesine aykırı olarak hareket ettiğini de belirtmek gerekir.
Başvuru Yollarının Tüketilmesi Kapsamındaki Değişiklikler
1. Genel Olarak
AY m. 148/III hükmü uyarınca, AYM’ye bireysel başvuru yapılabilmesi için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekmektedir. İkincil bir koruma mekanizması niteliğinde olan AYM’ye başvurabilmek için olağan kanun yollarının ne zaman tüketildiği meselesi, hâlen değişiklikler yaşanabilen önemli bir konudur. AYM koruma mekanizmasından faydalanmak isteyen kişiler için mülkiyet hakkı kapsamında gerçekleşen bu değişikliklerin incelenmesi önem arz etmektedir.
2. TMK m. 1007 Kapsamında Tazminat Davası Açma Zorunluluğu
AYM, orman alanlarında veya kıyı kenar çizgisi içerisinde kalması nedeni ile tapusu iptal edilen taşınmazın maliklerinin, TMK m. 1007 hükmü uyarınca tazminat davası açabilme olanağını tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu saymaktadır. Öyle ki, bu yol tüketilmeden yapılan başvurularda, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeni ile kabul edilemezlik kararı vermektedir (77). Bu durumun yaratacağı tehlike ise; söz konusu tazminat davasının 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 146 hükmü kapsamındaki 10 yıllık genel zamanaşımı süresi boyunca açılmaması hâlinde, konu AYM önüne geldiğinde, AYM’nin zaman bakımından yetkisizlik nedeni ile kabul edilemez kararı verecek olmasıdır (78).
Ancak AYM, aynı sebeple uğradığı zararın tazmin edilmesi istemiyle açtığı davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinden yakınılan Yaşar Çoban başvurusu ile bu yaklaşımını değiştirmiştir (79). Bu yaklaşımın değişmesinin başlıca sebebi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (YHGK) 18/11/2009 tarihli ve E. 2009/4-383, K. 2009/517 sayılı kararıdır. İlgili karar uyarınca, aynı konu özelinde tapu iptali sebebiyle Devletin kusursuz sorumluluğuna gitmek isteyen ancak bu yolda zamanaşımı süresi dolmuş bulunan kişiler, 18/11/2009 tarihinden itibaren TMK m. 1007 kapsamında yeniden dava açmak imkânına sahip olmuşlardır.
3. Kamulaştırma Kanununa Eklenen Geçici Madde
20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte KK’ye eklenen geçici 11’inci madde kapsamında, uygulama imar planları ile tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında açılacak davalar beş yıl süre ile ötelenmiştir. Bu hüküm ile birlikte derdest davaların da açılmamış sayılmasına karar verilmiş ve bireysel başvuru yolunun tüketilmesinde yeni meseleler doğmuştur (80).
Ne var ki, söz konusu madde AYM tarafından iptal edilmiştir (81). Bu sebeple, uygulama imar planı ile taşınmazı hukuken kısıtlanan kişilerin açabileceği tam yargı davası, AYM’ye bireysel başvuru için tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu hâline gelmiştir (82).
4. El Koyma Tedbirlerinde İtiraz Yolu Zorunluluğu
4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 123-134 hükümleri uyarınca, suçun ve tehlikenin önlenmesi amacıyla, malikin eşya üzerindeki tasarruf yetkisi tedbir amacıyla geçici olarak kaldırılarak devletin hâkimiyeti altına alınabilmektedir. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla bireysel başvuru yoluna gitmek isteyen kişilerin tüketmesi gereken iç hukuk yolları konusunda yeni bir yaklaşım mevcuttur.
Buna göre AYM, 2016 yılında verdiği bir bireysel başvuru kararında CMK m. 267 hükmü uyarınca gidilebilen itiraz yolunu tüketilmesi gereken bir iç hukuk yolu olarak kabul etmiştir (83). Gemalmaz aynı karara yaptığı atıfla, bu konuda itiraz yolunun yeterli olmadığını söyleyerek; AYM’nin aynı kararın devamında yaptığı değerlendirmeden (§§ 58-60), CMK m. 141, 142 hükümleri ile düzenlenen tazminat yolunun da tüketilmesi gerektiği sonucunu çıkarmaktadır (84). Ne var ki AYM, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verdiği güncel başvurularda, aynı başvuruya atıf yaparak yalnızca itiraz yolunu zikretmekte; tazminat yolunun tüketilmesine dair bir belirleme yapmamaktadır (85).
Sonuç
Hukuk sisteminin gelişmesiyle birlikte, kişilerin haklarının kapsamlarının genişlediği; devletin bu hakları sınırlama mekanizmalarının ise daha sıkı denetimlere tabi tutulduğu görülmektedir. Öyle ki, kişinin temel hak ve özgürlüklerinden biri olan ve devlet ile kişiler arasındaki sorunların en üst seviyeye ulaştığı mülkiyet hakkı, şüphesiz ki AYM için her başvuruda yeni bir sınav niteliğinde olmaktadır.
Her karar, öncekinin üzerine yeni bir şeyler eklenerek verildiğinden, bu konudaki değişimleri fark etmek zor olabilmektedir. Ancak bazı konular vardır ki, evrensel değişiklikler ile birlikte AYM’nin koruma mekanizmasının da hızlıca değişmesine sebebiyet vermiştir. Bu anlamdaki en önemli konu, devletin pozitif yükümlülüklerine olan yeni yaklaşımlardır. Söz konusu yeni yaklaşımlar ile birlikte, mülkiyet hakkı konusunda devletin “karışmama” yükümlülüğünden ziyade, mülkiyet hakkının tam ve etkin şekilde yürütülebilmesi adına devlet için “hak sahipleri lehine aktif tutumlar izleme” yükümlülükleri sık sık gündeme gelmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak devletin; mülkiyete müdahale edilmesini önleyici ve müdahalenin etkilerini giderici başlıkları altında birçok yükümlülüğü bulunmaktadır. Buna göre devlet; mülkiyet hakkının korunması yönünde bireyin tüm menfaatlerini gözetmeli, kişilerin bu alandaki varlıklarının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamalıdır.
Ne var ki, mülkiyet hakkı özelindeki her alanın, bu gelişmelere bağlı olarak korunma kapsamının geliştiğini söylemek mümkün değildir. Türkiye için eskiden bu yana bir sorun teşkil eden kamulaştırmasız el atma meselesi, bu duruma net bir örnektir. AYM, bu uygulamada kişilerin haklarının korunması adına yeni tutumlar izlemeye başlasa da, söz konusu sorunun kaynağının yapısal olduğunu belirterek, bir noktadan sonra etkisiz kalmaktadır. Yine AYM, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı gibi meselelerde de, önceki içtihadını ve ilgili AİHM kararını unutmuş görünmektedir. Buna karşılık, mülkiyet hakkına sürekli bir müdahale teşkil eden vergi müdahaleleri gibi konularda, AYM tarafından artık çok daha sıkı kanunilik denetimi yapılarak mülkiyet hakkı daha etkin şekilde korunmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte, koruma mekanizmasından faydalanmak isteyen kişilerin bireysel başvuru yollarının tüketilmesi konusunda yaşadığı sıkıntıların hâlen devam ettiği görülmektedir. İç hukukta sürekli şekilde gerçekleşen mevzuat değişiklikleri ile AYM’nin bunlara karşılık olarak mahkemeye erişim hakkına ilişkin verdiği kararlar, bu konuda net sınırların henüz çizilemeyeceğinin habercisi gibi görünmektedir.
Dipnotlar
1 | Hans, Kelsen, Saf Hukuk Kuramı, Çev. Ertuğrul Uzun, Nora Kitap, İstanbul, 2020, s. 78-80. |
2 | Kemal, Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Esasları, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2019, s. 454-462. |
3 | Detaylı bilgi için bkz. https://anayasa.gov.tr/tr/duyurular/bireysel-basvuru-istatistikleri-23-eylul-2012-31- aralik-2020/ (Erişim: 17 Mart 2021). |
4 | Mülkiyet hakkının düzenlendiği diğer uluslararası kaynaklardan biri için bkz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi m. 17: “(1) Herkesin, tek başına ya da başkalarıyla ortaklık içinde, mülkiyet hakkı vardır. (2) Kimse mülkiyetinden keyfi olarak yoksun bırakılamaz.” |
5 | Monica, Carss-Frisk, Mülkiyet Hakkı (İnsan Hakları El Kitapları, No. 4), Avrupa Konseyi, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2005, s. 6, http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/mh-aihs.pdf (Erişim: 18 Mart 2021). |
6 | H. Burak, Gemalmaz, Mülkiyet Hakkı, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi - 6, Avrupa Konseyi Ankara Programı Ofisi, Ankara, 2018, s. 33-49. |
7 | AYM, 1/7/2015 tarihli ve E. 2015/39, K. 2015/62 sayılı Karar, § 20, RG, 15 Temmuz 2015, Sayı: 29417. |
8 | Cengiz Bozkurt Başvurusu, B. No: 2017/38634, 12/1/2021, § 26. |
9 | Novartis Ag Başvurusu, B. No: 2015/11867, 14/11/2018, § 65. |
10 | A. D. Başvurusu, B. No: 2015/10393, 9/1/2019, § 39. |
11 | Kemal Özcan Başvurusu, B. No: 2017/18560, 12/2/2020, § 25. |
12 | Halit İnci Başvurusu, B. No: 2016/982, 4/7/2019, § 42. |
13 | Ohannes Tomarcı Başvurusu, B. No: 2015/18992, 28/6/2018, § 37. |
14 | 6216 sayılı Kanun m. 46/II, kamu tüzel kişilerinin AYM’ye bireysel başvuru yapamayacaklarını hüküm altına almaktadır. |
15 | Erdem Caner Bener Başvurusu, B. No: 2018/13422, 22/1/2021, §§ 48-49. |
16 | Gemalmaz, a.g.e., s. 99-116; AİHM tarafından bu yaklaşımın ilk kez ortaya koyulduğu karar için bkz. Sporrong ve Lönnroth / İsveç [GK], B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982. |
17 | Mehmet Gülhan Başvurusu, B. No: 2017/31780, 29/9/2020, § 33. |
18 | Reşit Ölçer Başvurusu, B. No: 2016/11371, 21/7/2020, § 39. |
19 | AY m. 13: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” |
20 | Birçok karar arasından güncel iki örnek için bkz. İhsan Uygun ve Nuran Kaya Başvurusu [GK], B. No: 2017/28373, 29/12/2020 § 71; Fatma Yılmaz Başvurusu, B. No: 2017/14428, 13/1/2021, § 69. |
21 | İ. Emrah, Perdecioğlu, Mülkiyet Hakkı Yönünden Devletin Pozitif Yükümlülükleri, Adalet Yayınevi, Ankara, 2020, s. 20-26. |
22 | Türkiye Emekliler Derneği Başvurusu, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 37; Bu görüşün benimsenmesinde etkili olan AİHM kararı için bkz. Öneryıldız / Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134. |
23 | Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Başvurusu [GK], B. No: 2014/17176, 25/10/2018, § 70. |
24 | Amerikalı akademisyen Shue’ya göre, devletin, temel insan hakları bakımından; “yoksun bırakmaktan kaçınma yükümlülükleri, yoksun bırakılmaya karşı koyma yükümlülükleri ve yoksun bırakılana yardım etme yükümlülükleri” olmak üzere üç tür yükümlülük bulunmaktadır (Henry, Shue, Basic Rights: Subsistence, Affluence and U.S. Foreign Policy, Princeton University Press, New Jersey, 1996, s. 51-60); Norveçli akademisyen Eide ise bu yükümlülükleri ilk defa “saygı göstermek, korumak ve gerçekleştirmek” olmak üzere üçlü bir ayrıma tutarak Maastricht İlkeleri’ne paralel şekilde ele almıştır (Eide, Asbjørn, Economic, Social and Cultural Rights, Martinus Nijhoff Publishers, London, 2001, s. 9-28); naklen, Abdullah, Uz; Metin, Yüksel, Normatif İçeriği ve Devletlerin Bu Alandaki Yükümlülüğü Bakımından Yeterli Yaşam Standardı Hakkı, ICANAS 38 (38. Uluslararası Asya ve Afrika Çalışmaları Kongresi), 2007, s. 893. |
25 | Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi Başvurusu, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 46. |
26 | AYM, 3/1/2008 tarihli ve E. 2005/151, K. 2008/37 sayılı Karar, RG, 29 Mart 2008, Sayı: 26831. |
27 | Birçok karar arasından güncel iki örnek için bkz. Nobel İlaç Pazarlama ve Sanayii Ltd. Şti. Başvurusu, B. No: 2016/4887, 3/7/2019, § 59; Novartis AG Başvurusu, § 74. |
28 | Birçok karar arasından güncel iki örnek için bkz. Sabri Uhrağ Başvurusu [GK], B. No: 2017/34596, 29/12/2020, § 55; Adnan Ağaoğlu Başvurusu, B. No: 2017/32485, 3/11/2020, § 47. |
29 | Yaşar Çetinbaş Başvurusu, B. No: 2018/34564, 10/3/2021, § 37. |
30 | Kamil Darbaz ve GMO Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti. Başvurusu, B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53. |
31 | Fatma Yıldırım Başvurusu, B. No: 2014/6577, 16/2/2017, §§ 56-62. |
32 | Özgür, Duman vd, Mülkiyet Hakkı Karar Özetleri, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Ankara, 2020, s. 137. |
33 | Abdulvahap Taşkın Başvurusu, B. No: 2015/16840, 24/5/2018, §§ 51-57. |
34 | Sefa Koşar Başvurusu, B. No: 2015/18352, 10/5/2018, §§ 62-67. |
35 | Abdurrahim Daşçi ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2015/17563, 9/10/2019 § 43. |
36 | Faik Tari ve Sultan Tari Başvurusu, B. No: 2014/12321, 20/7/2017, § 52. |
37 | Perdecioğlu, a.g.e., s. 102, 103. |
38 | Gemalmaz, a.g.e., s. 194, 195. |
39 | Osman, Can, “’Dolaylı Etki’ ve ‘İyi Yönetişim’ Kuramları Üzerinden Anayasa Mahkemesi İçtihatlarına İlişkin Bazı Gözlemler”, Anayasa Yargısı, C. XXXV, s. 30. |
40 | Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limited Şirketi Başvurusu, §§ 43-45. |
41 | Birçok karar arasından iki örnek için bkz. Ahmet Gürkan Zirek ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/15263, 29/9/2020, §§ 40-41; Gülhan Apartmanı Yönetimi Başvurusu, B. No: 2015/18363, 9/10/2019, §§ 30-31. |
42 | Hüseyin Ak Başvurusu, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 52. |
43 | Mehmet Bayraktar Başvurusu (3), B. No: 2018/33486, 3/12/2020, § 46. |
44 | Feridun Çalışkan ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/32275, 16/9/2020, §§ 65-66. |
45 | Doğan Depişgen Başvurusu, B. No: 2016/12233, 11/3/2020, § 61. |
46 | Nedim Gökçe Başvurusu, B. No: 2017/17930, 3/6/2020, §§ 52-55. |
47 | AYM, 10/2/2016 tarihli ve E. 2015/97, K. 2016/10 sayılı Karar, § 8, RG, 3 Mart 2016, Sayı: 29642. |
48 | Bülent Akgül Başvurusu, B. No: 2013/3391, 16/9/2015, § 57. |
49 | İ. Emrah, Perdecioğlu, Anayasa Mahkemesi Kararlarının Uyumlaşma Sorunu Mülkiyet Hakkı Örneği, Adalet Yayınevi, Ankara, 2018, s. 160-163. |
50 | Uğur Ziyaretli Başvurusu, B. No: 2014/5724, 15/2/2017, §§ 71-78; AYM, aynı hususları içeren başka bir bireysel başvuru kararında, idarenin sadece anapara tutarını istemiş olmasını gözeterek başvurucunun ihlal iddiasını açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Veysel Kara Başvurusu, B. No: 2014/12139, 5/10/2017, § 53). |
51 | Yavuz, Çakır, Kamulaştırmasız El Atmanın Mülkiyet Hakkı Bakımından Anayasal İncelemesi, On İki Levha, İstanbul, 2019, s. 35. |
52 | Kemal, Gözler; Gürsel, Kaplan, Kısa İdare Hukuku, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa, 2019, s. 224. |
53 | AYM, 26/7/2017 tarihli ve E. 2017/110, K. 2017/133 sayılı Karar, § 11, RG, 28 Eylül 2017, Sayı: 30194. |
54 | Örnek bir AİHM kararı için bkz. Sarıca ve Dilaver / Türkiye, B. No: 11765/05, 27/5/2010, § 38-44; örnek bir AYM kararı için bkz. Şevket Karataş Başvurusu [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, § 54-58. |
55 | Çakır, a.g.e., s. 53; Hukuki el atmanın Yargıtay tarafından ilk defa kamulaştırmasız el atma kapsamında değerlendirildiği karar için bkz. YHGK, 15/12/2010 tarihli ve E. 2010/5-662, K. 2010/651 sayılı Karar (Lexpera). |
56 | Sporrong ve Lönnroth / İsveç [GK], § 60; AYM, 29/12/1999 tarihli ve E. 1999/33, K. 1999/51 sayılı Karar, RG, 29 Haziran 2000, Sayı: 24094. |
57 | AYM, 10/4/2003 tarihli ve E. 2002/112, K. 2003/33 sayılı Karar, RG, 4 Kasım 2003, Sayı: 25279; AYM, 1/11/2012 tarihli ve E. 2010/83, K. 2012/169 sayılı Karar, RG, 22 Şubat 2013, Sayı: 28567. |
58 | Celalettin Aşçıoğlu Başvurusu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014, § 58. |
59 | Burhan Keskin ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/30851, 16/9/2020, § 34. |
60 | Emine Atılğan ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/30873, 11/3/2020, § 33. |
61 | Mehmet Gülhan Başvurusu, § 47. |
62 | Birçok karar arasından güncel iki örnek için bkz. Halil Kaya ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/30577, 10/3/2020, § 35; Muhubet Sever Başvurusu, B. No: 2017/35081, 27/11/2019, § 31. |
63 | AYM, 28/3/2018 tarihli ve E. 2016/196, K. 2018/34 sayılı Karar, RG, 25 Mayıs 2018, Sayı: 30431. |
64 | Hüseyin Ünal Başvurusu, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, § 59-61. |
65 | Birçok karar arasından güncel iki örnek için bkz. Levent Öztaş Başvurusu, B. No: 2018/37630, 30/9/2020, § 26; Habba Karataş Başvurusu, B. No: 2017/28344, 10/6/2020, § 21. |
66 | M. Kemal, Oğuzman; Özer, Seliçi; Saibe, Oktay-Özdemir, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2020, s. 523. |
67 | Bozcaada Kimisis Tedoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı / Türkiye, B. No: 37639/03, 3/3/2009; naklen, Gemalmaz, a.g.e., s. 67. |
68 | AYM, 18-19/6/1968 tarihli ve E. 1966/19, K. 1968/25 sayılı Karar, RG, 29 Ocak 1970, Sayı: 13412. |
69 | Gemalmaz, a.g.e., s. 68. |
70 | Birçok karar arasından iki örnek için bkz. Hamdi Uluçay Başvurusu, B. No: 2017/36300, 29/9/2020, § 40; Lütfiye Yılmaz Başvurusu, B. No: 2014/14578, 21/6/2017, § 50. |
71 | Duman vd., a.g.e., s. 173. |
72 | Ereğli Demir Çelik Fabrikaları T.A.Ş. Genel Müdürlüğü Başvurusu, B. No: 2015/4791, 14/11/2018, § 56. |
73 | Arif Sarıgül Başvurusu, B. No: 2013/8324, 23/2/2016, § 50. |
74 | Türkiye İş Bankası A.Ş. Başvurusu [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 61. |
75 | M.R.T.A.Ş. Başvurusu, B. No: 2017/38233, 2/12/2020, §§ 33-47. |
76 | Narsan Plastik San. Tic. Ltd. Şti. Başvurusu, B. No: 2013/6842, 20/4/2016, §§ 88-92. |
77 | Birçok karar arasından iki örnek için bkz. A.M.O. ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2015/868, 9/5/2018, §§ 55-61; Aydemir Güvener Başvurusu, B. No: 2014/15223, 5/10/2017, §§ 35-37. |
78 | Gemalmaz, a.g.e., s. 213, 214; bu duruma örnek bir karar için bkz. Suat Özen Başvurusu [GK], B. No: 2012/1144, 8/4/2015, § 32. |
79 | Yaşar Çoban Başvurusu [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, § 74. |
80 | Gemalmaz, a.g.e., s. 225. |
81 | AYM, 28/3/2018 tarihli ve E. 2016/196, K. 2018/34 sayılı Karar. |
82 | Ahmet Kaygısız ve Diğerleri Başvurusu, B. No: 2017/5740, 10/3/2020, § 32. |
83 | Nuray Işık Başvurusu, B. No: 2014/7561, 28/9/2016, § 57. |
84 | H. Burak, Gemalmaz, Mülkiyete El Koyma Kararlarında İtiraz Usulü ve Tazminat Davası Açma Zorunluluğu, 2016, https://burakgemalmaz.com/2016/11/16/mulkiyete-el-koyma-kararlarinda-itiraz-usulu-vetazminat-davasi-acma-zorunlulugu/ (Erişim: 1 Nisan 2021). |
85 | Güncel iki örnek için bkz. Raşit Hünal Başvurusu, B. No: 2017/26943, 27/2/2020, § 103; Can Kaya Başvurusu, B. No: 2016/47214, 18/4/2019, § 74. |
Comments